Late Night from the Nothing People


Sadece aynı evdeki başka bir oda gibi.Albümlerindeki farklılığı böyle tanımlıyorlar ve çok hoşuma gitti bu tanımlama.Anonymous isimli ilk albümleriyle başladım onları dinlemeye ve kulağıma çok yatkın geldi müzikleri.Hatta şöyledir onları farkedişim:böyle farklı müzik bloglarından rastgele hislerime güvenerek parçalar indiririm mp3 player içine,dinlemeden.Ertesi gün yeni parçaları sahilde dinlemenin keyfine diyecek yoktur.Bir gün yine aynı şekilde yeni parçalardan bir tanesi çalmaya başladı.Çok dikkatimi çekti,harika bir parçaydı kendime yakın hissettim.kimmiş ki bunlar diye merak ettiğimde baktım ki player ekranına "unknown song unknown album"yazıyordu.komik.kaydederken grubun ve şarkının ismini kaydetmemişim.çıldıracaktım.Neyse o günü atlattıktan sonra başka bir yerde de karşıma çıktı bu şarkı.hah dedim buldum sizi.Albüm:Anonymous parçanın ismi:I-5.ve böylece Nothing People ile tanıştık.Bu yıl Late Night isimli ikinci albümlerini çıkarmışlar.ikisi arasında farklar varmış,e olması da gerekir elbet.Late Night için bişey söyleyemiyorum çünkü henüz dinlemedim.güneş doğsun iş bitsin bi sahile gideyim öyle.ama Anonymous çok iyi bir albüm.psych-punk diyorlar bu tarza.sert,depresif ama umut verici.dinleyin beğenirsiniz.Anonymous'u nerden bulursanız bulun ama Late Night aşağıda.Güzel müzikler kulağınızdan eksik olmasın.
Late Night indir

Lights in the dusk


Oteldeyim.çalışıyorum.bekliyorum.Bir yandan Aki Kaurismaki'nin Lights in the Dusk isimli filmi önümde duran diz üstü bilgisayara akmakta.Bu bilgisayar benim değil,otel sahiplerinin.Otelde beklerken canım sıkılmasın diye kullanımıma sundular.İşimi aksatmadığım sürece internette sınırsız takılma hakkım var.Otel sahipleri çok iyi insanlar.

Şu anda milyonlarca insan online.Herkes birşeyler yapıyor.Herkes cansıkıntısını giderme derdinde.Birzamanlar benim de canım çok sıkılırdı.Çok fazla şey yapmak isterdim ama önümde engeller bulunurdu.Bu engelleri aşamayacağımı düşünürdüm.Diğer insanlar da öyle.Aslında yapabilecekleri çok şey varken,engelleri gözlerinde fazla büyütüp umutsuzluğa kapılıyorlar,depresyona giriyorlar.

Benim hikayem 1976 yılında başladı.25 Nisan benim doğum günüm.Doğumumla birlikte evimize televizyon girdi,köyün ilk televizyonu.Babam çok sevinmiş,uzun süre çocuk sahibi olamamışlar ve sonunda bir erkek çocuğa sahip olmak onu öyle mutlu etmiş ki paraya kıyıp oğluna televizyon almış.Televizyon aptal kutusudur derler çok bilmişler.İnternet için de benzer şeyler söylenir.Ben böyle ezbere söylenmiş laflara aldırmam.İşime bakarım.Neticeye bakarım.

Televizyon gelince evimize ,benim hayalgücü harekete geçmeye başladı.Hiç ağlamazmışım küçükken.Oturturlarmış tv karşısına sakin sakin otururmuşum.Büyülemiş beni televizyon.Özellikle yayınlanan filmleri çok severdim izlemeyi.Sinema ile tanışmam bu şekilde.Küçük bir köyde daha ne olabilir ki zaten?Okumayı da okula gitmeden öğrendim.Kendi kendini eğitme konusunda doğuştan yetenekliyim.Bizim gibilere "self-taught learner"der ecnebiler.Tüm imkansızlıklara ve engellere rağmen kaosun içinden bir şekilde sıyrılıp yükselmeyi biliriz.Benim engellerim aile içi şiddet ve parasızlık.Muhteşem bir zekanın bilincinde olmak,engellerle karşılaşmak psikolojik ve ruhsal sorunları da beraberinde getirdi.Düşmeye başladım.Mücadele ettikçe ayağım kaydı,tutunamadım.Kimse yardım etmiyordu.Tuhaf olan da buydu zaten.Etrafıma bakınıyordum,birileri birilerinin elinden tutup rahata erdiriyordu.Peki beni neden kimse farketmiyor?Aklımda binlerce soru ve yalnızlık.

Küçük yaşlardan itibaren hayal kuran bir insanım.Çok şey istedim.İlk isteğim oyuncu olmaktı.Filmlerdeki artizler gibi olmayı düşledim.Sonra baktım ki yönetmen diye bir şey var.Tüm bu güzel filmleri yaratan zekaya sahip sanatçı.Hedefim yönetmen olmak oldu.Bu hedefimi en üst noktaya yerleştirdim.Zamanla yönetmen olmak için birçok şey olmak gerektiğini öğrendim.Bir yazar,bir filozof,bir psikolog,bir ressam,bir fotoğrafçı,bir müzisyen,bir sosyolog...liste uzayıp gidiyordu ve böylece kendime çok zor bir hedef koyduğumun farkına vardım.Yönetmen olmak çok zor bir işmiş ama olsun.Bu dünyada yapacak başka bir işim yoktu.Kaybedecek bir şeyim de yoktu.Dipteydim zaten.

Kendime tamamıyla izole edilmiş bir dünya yarattım.Dış dünyanın dünyama zarar vermesini istemiyordum.Çok zorunlu olmadıkça dış dünyaya müdahale etmiyordum.İlk olarak gözlemlemeye başladım.Hayatın içinde bir hayalet gibi dolaşarak tanımaya çalıştım.Şehirlerin en uç noktalarında,varoşlarda,köylerde,sahil kentlerinde,metropollerin en işlek caddelerinde,zenginlerin keyif yaptıkları yerlerde yavaş yavaş yürüdüm ve izledim.Bu yaptığım basit bir kaydetme işlemiydi.Bir gün gelecek bu kayıtlar çok işime yarayacaktı.biliyordum.hep bildim.Ama onlar bilmiyordu.onlar yani benim dışımdakiler.Deli dediler bana,hayalci dediler,sonun kötü olacak dediler,aklını başına topla düzene uy dediler.Onları dinleseydim ne olacaktı biliyor musunuz?Ben biliyorum.evli olacaktım şu an.belki iki tane çocuk olurdu.Muhtemelen sevmediğim biriyle evlenmiş olurdum.Depresyonda olacaktım ve kurtulamayacaktım.Yüzümde daha çok kırışıklık olacaktı,bu kadar genç gözükmeyecektim.bunları biliyorum çünkü aynı yaştaki diğer arkadaşlarım aynen böyle oldular ve mutsuzlar.Ben ise hala hayalimin peşindeyim.Hedefime doğru emin adımlarla ilerlemekteyim.

Bir gün Aki Kaurismaki gibi büyük bir yönetmen olmayı diliyorum hatta ondan daha iyi.Onun yaşamını örnek aldım.Bulaşıkçılık ve garsonluk yaparak bir yerlere gelmiş.Sonunda yapımcı olan ağabeyinin yardımıyla yönetmenliğe ulaşmış.Benim bir ağabeyim yok.Tek çocuğum ben.


Bu kadar şeyi neden yazıyorum?

Çok basit:Kardeşler arıyorum.Benim kardeşim olur musunuz?


what is indie?


bilmem.nedir ki şu indie dediğimiz olay?bir müzik türü?değil.bazı müzik türlerinin bütünü mü?değil.sadece müzik içerisinde değerlendirmek çok yanlış olur indie dediğimiz kavramı.bir sözlük anlamı var indie'nin ama günümüzde algılanış şekli çok farklı ve çok karmaşık.tıpkı bir zamanlar punk kavramının çoğu insan tarafından yanlış algılanması gibi.şimdi eski punklar indie oldu gibi bir durum var.hepsi değil elbette.hala oraya buraya tüküren,şişe fırlatan punklar var günümüzde.ben de geçmişten gelmekteyim.hippi olarak başladık:jefferson airplane.punk ile tanıştık:sex pistols.post-punk'a geçtik:joy division.şimdi indie olduk:grizzly bear.ama şöyle dönüp de baktığımda arkama bu aşamalardan memnunum diyebilirim.hala dinlerim eski şarkıları ve hala özlerim eski dostların seslerini.dinlediğimiz müzik indie olarak adlandırılıyor.ama biz kimiz harbiden?var mı uzun saçlarımız hippiler gibi?var mı dikenli saçlarımız ya da çengelli iğnelerimiz?pek belli olmuyoruz işte uzaktan bakınca.genelde göze batmayan sade bir t-shirt,fazla bol olmayan jean pantolon ve converse ideal giysilerimiz.kış aylarında deri ceketlerden vazgeçemiyoruz.sağa sola bulaşmadan bu kaotik atmosferde sakin sakin ilerlemek niyetimiz.gidip bizim gibi olmayanlarla kavga etmek yerine benzer zevkleri paylaştığımız dostlarla birlikte olmayı seviyoruz.yalnızlığı severiz ama sosyalleşmeyi de severiz.sosyalleşirken birlikte olduğumuz insanların yanında rahat olmak isteriz.bir arkadaşımızla birlikte bir konsere gideriz ve tek kelime konuşmadan konseri birlikte izleyip ayrılabiliriz.sorun olduğunu düşünmeyiz.bizim için gerekli kitapları okuruz,gerekli filmleri izleriz,gerekli müzikleri dinleriz.kaçırdığımız bir şey olduğunu düşünmeyiz.orada o an bulunmaktan ve o şeyi yapıyor olmaktan duyulan bir hoşnutluk vardır içimizde.
geçen yılbaşında küçük bir kasabadaydım.televizyonda dünyayı seyrediyordum.insanlar çılgıncasına eğleniyor,içki tüketiyor ve rahatlamaya çalışıyorlardı.televizyonu kapatıp elime William Faulkner'ın Kutsal Sığınak(Sanctuary) isimli kitabını aldım,kulaklıklarımı takıp Timothy Dick dinlemeye başladım.Kitapta anlatılan atmosfer ile müzik çok iyi uyumlanmıştı.O an şöyle düşündüm:Şu an bunu yapan başka bir insan var mıdır dünyada?
that is indie i think.


timothy dick myspace

garden of eden


Bill Baird, Austin'de yaşayan çok yetenekli bir müzisyen arkadaşımız ama aynı zamanda sinema tutkunu.yönetmen olarak tanımlıyor kendisini.kliplerini kendisi hazırlıyor,estetik kaygılardan uzak,basit bir dijital kamerayla işini görüyor işte.Sunset isimli bir grubu var.kendisi sabit eleman diğer müzisyenler duruma göre değişebiliyor.Gloving City isimli albümlerini ilk dinlediğimde kulaklarıma inanamadım,hasiktr adamım napmışın sen yaa falan dedim.öyle böyle değil yani bir dinlesenz hak vereceksiniz bana.insanın elinde böyle yetenek olurda paranın amına koymaz mı dersiniz.ben dedim çünkü.yok abi adam öyle böyle değil bildiğin fazla ses çıkarmayan azizlerden biri.saygı duyuyorum kendisine ve dinliyorum.önüme gelene de böyle bir kardeşimiz var kulak verin diyorum.hemen de bi parça paylaşımı:

garden of eden mp3

yeni bir hayat başlıyor...


evet.geri döndüm.yeniden değerli blogumla başbaşayım.burayı pek takip eden yok zaten.bu yüzden oldukça rahatım.istediğim gibi küfredebilirim,argo konuşabilirim,ne istersem yazabilirim yani.bir süredir facebook denilen yerde dolaştım,yeni arkadaşlar edindim.güzel,hoş insanlar. lakin orada rahat olamıyorum yazarken.sanki bu yeni arkadaşlarımı etkilemek amaçlı yazıyormuşum gibi geliyor bana ve bu duygu hiç hoş değil.burayı kimse günü gününe takip etmiyor,etmez de zaten.o yüzden go on murat.çok olmuş buraya yazmayalı.bu zaman içinde neler oldu neler?anlat anlat bitmez.öncelikle aydınlanmaya başladım.beynimin içinde bir ışık gün geçtikçe daha fazla parlıyor.masal değilmiş anlatılanlar,öğretiler doğruymuş.bakalım nereye kadar gidebileceğiz.e tabii ki bu aydınlanma ile birlikte tantra olayında epey ilerledim.gerçi daha çok şey var öğrenecek,her şeyde olduğu gibi tantra da sonsuz olasılık içeriyor.bununla ilgili bir film izlemiştim geçenlerde.bir arjantin filmi.don't look down.yönetmeni eliseo subiela.çok hoş bir kız,sevişmekte acemi oğlana tantranın inceliklerini öğretiyordu.filmin bir sahnesinde oğlan kızın arkasındayken kalçasındaki dövmeye gözü takılıyor.latince bir yazı.orada ne yazıyor?diyor kıza.kız da şöyle diyor:yeni bir hayat başlıyor.dantenin ilahi komedyasından bir sözmüş bu.daha sonra oğlan hemen internete koşup araştırmaya başlıyor ve diyor ki:Dante'yi bu şekilde Elvira'nın kalçası sayesinde keşfedeceğimi kim söyleyebilirdi?gerçekten çok hoş bir sahne.vurgu harika.sanırım bizim içinde yeni bir hayat başlıyor.sözcükler hiç eksik olmasın hayatımızda ve görüntüler ve sesler ve kokular ve tatlar ve en önemlisi dokunuşlar hiç ama hiç eksik olmasın.