S.F.Sorrow kimdir?


bir derginin ocak 2011de yayınlanacak sayısını aralık 2010da okumak çok ilginç.önümde NME dergisinin ocak 2011 sayısı duruyor.pdf halinde okuyabiliyorum.teknoloji müthiş,inanılmaz derecede hızlı işlemekte.bir zamanlar bu dergilerin eski sayılarına bile rastlayabilmiş olmak bir sahafta büyük olaydı bizler için.şimdi herşeye ulaşmak bir tık mesafesinde sanki.sanal bir dünyanın sağladıklarının esiri mi olmuşuz belli değil ama şimdilik mutluluk verdiğine göre sorun yok demektir.
Kayıp Albümler ana temasını oluşturmuş derginin ocak sayısı.100 tane albüm tanıtılmış.müzik dünyasında pek duyulmamış ama müzikal olarak çok değerli albümleri belirlemişler.üç gündür boş vakitlerimde bu kayıp albümler arasından seçimler yapıp incelemeye alıyorum.albümleri nette bulmak kolay oluyor.önce albümü indiriyorum.sonra da albümü dinleyerek o albüm hakkında yazılmış ne varsa okumaya çalışıyorum.internet sayesinde albüm hakkında edinebileceğim bütün bilgilere sahip olmak istiyorum.bu davranış sanırım ilginin bir nesne üzerine uzun süre yoğunlaştırılması demek oluyor.müthiş keyif verici zamanlar yaşıyorum,uzun süre albüm kapaklarındaki estetiği inceliyorum mesela,dönen bir çamaşır makinesine bakmaktan daha keyifli kesinlikle.
S.F.Sorrow is born.Şu an okuduğum makale NY Times'a ait.Neill Strauss yazmış yazıyı ve 1998 yılında gazetede yayınlanmış.The First Rock Opera?herkes Tommy diye bilir ama aslında S.F.Sorrow'muş.Rock müziğin ilk konsept albümlerinden ve Pete Townsendt Tommy adlı eseri bu albümden esinlenerek yaratmış.albüm The Pretty Things isimli gruba ait.albümün şanssızlığı the Beatles,Rolling Stones ve The Kinks gibi güçlü grupların albümlerinin yayınlandığı hafta piyasaya sunulması ve EMI'nin çok az tanıtım yapması olmuş.1968 yılında Beatles'ın White Album'u ile aynı zamanda piyasaya çıkmak büyük talihsizlik elbette ama bu grubun Sgt.Peppers Lonely Hearts Club Band'dan daha iyi bir iş çıkartmış olduğu gerçeğini Rock tarihçileri daha fazla karanlıkta kalmasını istemiyor olacaklar ki yazılarında bunu özellikle vurgulamışlar.1963 yılında Bo Didley'in bir şarkısından adlandırılarak kurulmuş Londra'lı bir grup The Pretty Things.14 tane stüdyo albümleri var,inanılmaz bir durum çünkü çok az kimse biliyor bu grubu,çok fazla rastlamadım çünkü.S.F.Sorrow, grubun gitaristi ve vokalisti olan Phil May'in kısa bir öyküsüne dayanıyor.Bir adamın doğumu,aşka doğru yol alışı,bu yolda savaşı,deliliği ve ilüzyondan kurtulma çabası üzerine şarkılardan oluşmakta. Bracelets of Fingers özellikle oldukça çarpıcı geliyor kulağa.Bir Beatles hayranının mutlaka etkileneceği melodilere sahip albümün geneli.albüm hakkındaki bilgileri yaz yaz bitmez elbette ve ben daha fazla uzatamayacağım şimdi bütün şarkı sözlerini bir güzel okumakla ilgileneceğim.bakalım S.F.Sorrow bize ne anlatmaya çalışıyor tam olarak?

what i like:presentation;İRREPRESSİBLES


Dresden Dolls sevenler,Anthony and Johnsons hayranları toplaşın,toplaşın:bu grup tam bize göre ve sahip çıkmamız gerekiyor bu değerli müzisyenlere.Bu grubun duyulmaması fazla dinleyeninin olmaması kültürel bir ayıptır bize göre insanlık için.İşimiz bu biraz da ve zevk alıyoruz sevdiğimiz şeyleri duyurmaktan.Heyecan verici,çok aşık edici ve insanı hayata bağlayıcı bir şey bu şu an dinlediğim albüm:İrrepressibles-Mirror Mirror.sıradışı bir vokal,Jamie McDermott ve etrafında 10 kişilik bir orkestra,çellolar,piyano,viyolinler,müthiş bir karışım olmuş.ortaçağ barok tarzı görsellikleriyle göz zevkimizi de fazlasıyla tatmin ediyorlar.Aylardır beni bu kadar heyecanlandıran bir albüme rastlamamıştım.Bu ilk albümleri.Kesinlikle harika ve dinler dinlemez aşık olacağınıza adım gibi eminim.

gerçek hayat enstitüsü


punk kültürü
kapitalizmin bireyselliğe olan şiddeti arttıkça bireysellerin sertliği de artmış hippi kültürü punk kültürüne dönüşmüştür.68 sonrası özgürleşen insanlardan toplum ve devlet rahatsız olunca özgür insanlar toplum içinde kabullenilmemiş ve her yerde aşağılanmıştır.bu dışlanma sonucu birer mutant gibi ortada dolaşan insanlar birleşip kendi kültürlerini oluşturmaya karar verirler.aslında ortada sadece biçimsel olarak değişiklik gösteren bir kült vardır.bu dayanışma ve kardeşlik kültüdür.temelde şu soruya yanıt arayanların dahil olduğu bir kültürdür bu:birey toplum için midir,toplum birey için mi?toplumsal çıkaRlar uğruna bireyselliğinden vazgeçmek istemez bazı insanlar.anarşi evlerinde toplaşırlar.kimse kimsenin yaptığı şeye karışmaz.hiçkimse bişey yapmak zorunda değildir.herkes özgür iradesiyle topluluğa katkı sağlar.yaşamak için özgür bir alan ihtiyacı duyanların buluştukları yerlerdir anarşi evleri.git aq elini yüzünü yıka bi.yani.tıkanma.bi bağ oluştuğunda grup ile aranızda olacak şey tıkanmadır.o yüzden sert olması gerekir bir punk.kolay aşık olmaması gerekir.sikine taşağına sahip olması gerekir.aksi takdirde dayanışma ve kardeşliğe zarar gelir.ülkemizde bulunan az sayıdaki anarşi evlerinde dolaşmış bir punk olarak açıkça söyleyebilirim ki bu kültür ne yazık ki,gerçek manada yaşanamıyor.anarşi evleri sadece buluşulup uyuşturucu partileri verilen yerler değildir ve kesinlikle olmamalıdır.(yazının dili fena değil aslında yani eski punk fanzinlerindeki yazılara bakarsak basit ve sıradan,zor şartlar altında yazdığımızı da düşünürsek idare eder)
daha samimi bir dil değil mi istediğimiz?yalansız dolansız saf ve yalın anlatım.punkların istediği şey budur.fazla düşünmeden basitçe hayatı yaşamak.zorlukların üstesinden birlikte gelebilmek.
kapitalizm yabancılaştırıp uzaklaştırdıkça insanları birbirinden,punk kültürü yakınlaşmayı savunur.birlikte ama bireysel varoluş mücadelesini içerir punk kültürü.bireysel varoluş için cesaret ve irade gerekir herşeyden önce.zor şartlara dayanıklılık ve kötü koşullarda bile mutlu olabilme sanatıdır punk sanatı.çöpten şaheser yaratmaktır amacı.
parçala ekle ve kendi tarzını yarat.kimin umurunda ki?kimin lafını umursuyorsun ki?bireysel varoluş tam olarak budur.özgürce kendi stilini oluşturmak.bit pazarından topladıklarınla cool görünebilmek.asıl mesele bu.tüm kurallardan arındırmadan zihnini elbet yeni bir yapı kurman imkansız gibidir.yeni bir ev inşa etmek için eski bina yıkılır elbet.
niyetimiz ciddi.gerçek anarşi evleri kurmak istiyoruz.bu kültürün devam etmesini istiyoruz.elbette değişiklikler olacaktır ama özü aynı kalacaktır.sertliğimizi koruyarak kaybolan spiritüel düşünceyi geri döndürebiliriz.daha modern giysiler tercih edebiliriz.belki daha çok kitap okumalıyız birlikte.belki uyuşup sızmak yerine daha çok konuşmalıyız birbirimizle.yaşam kalitemiz için belki para kazanmayı da düşünmeliyiz sanki.
fanzinimiz çok yakında.daha çok şeyimiz var anlatacağımız.

free cooperation



birlikte çalışmak bireysel olarak ulaşamadığımız hedeflere ulaşmamızı sağlar.birlikte çalışmaktan kaçınmak bireysel özgürlüğü kısıtlar ancak birlikte çalışmanın getirdiği bazı sorunlar da bireysel özgürlüğü kısıtlar.grup çalışmalarında en büyük sorun zaman sorunudur.grubu oluşturan bireylerin belli bir zamanda belli bir yerde birarada bulunmaları günümüz koşullarında oldukça zordur.bir kısa film çekmek için plan yapılır.ancak son anda aksilikler olur.oyunculardan birinin teyzesinin köpeği kızamık geçirmektedir,kameraman sevgilisinin kalçalarından dişlerini ayırmak istemez ve sizi eker.netice itibariyle kısa film çekimi hep başka bahara ertelenir.bu sorunu nasıl aşabiliriz?
öncelikle grubu toplamamız gerekiyor.grup üyeleri bu toplantıyı kaçırdıklarında bir daha o anı yaşayamayacaklarını hissetmeliler.film çekilmeyebilir o anda ancak film çekimi olmadığında oraya gelmiş olan grup üyeleri başka bir şey yapacaklardır.b planı hazırdır.
ikinci bir sorun ortak geliştirilen projelerde her kafadan fikir çıkması ve projenin özgünlüğünün yitirilmesidir.free cooperation bize şu çözümü sunar:bir projeye katıldığınızda fikirlerinizi belirtebilirsiniz ancak fikirleriniz uygun görülmediğinde projeden çıkmanız etik değildir.bu çocukça bir harekettir.her projenin bir lideri olur.proje fikri bu liderden çıkmıştır.proje lideri grup üyelerinden gelen fikirleri dinlemeli ve projeyi ona göre şekillendirmelidir.grup üyelerinin fikirlerini dinlemesi bile projeyi şekillendirir.önemli olan sizin fikrinizi proje liderine etkili bir şekilde sunmanızdır.proje lideri fikrinize önem vermiyorsa ,bu proje liderinden değil sizin etkisizliğinizden kaynaklanır.
katıldığınız projelerin sahibi olmadığınızı bilmeniz gerekiyor.sizler projeyi kendinize uygun görür ve yetenekleriniz oranında katkıda bulunmak istersiniz.burada sergilemeniz gereken projeye karşı sorumluluk değil kendinize karşı sorumluluktur.
free cooperation nasıl çalışacak?
facebook ve myspace gibi sosyal medya sitelerinde geliştirebileceğimiz etkili iletişim teknikleri sayesinde projelerimizi sorunsuz bir şekilde hayata geçirme imkanına kavuşacağız.bu yüzden sanatsal anlamda kollektif çalışma yapmak isteyen birey sosyal medya sitelerinin yapısını çok iyi analiz etmeli ve bunların kullanımında ustalaşmalıdır.free cooperation uygulamalarında en önemli nokta güven ve istikrardır.sosyal medya sitelerinde kendinizi ifade ederken yeteneklerinizi doğru bir şekilde yansıtmalısınız.projelere katılma yüzdeniz yüksek görünmüyorsa katılma sözü vermemeniz gerekiyor.bir sorun yüzünden katılamadığınız her proje size duyulan güvenin azalmasına sebep olur.

choose yourself ,choose individualism!


Seçim yapmak zor bu çeşitlilikte,karar vermek de zor elbet.Önemli soru:seçmek mi istiyoruz?seçilmek mi?Hayatın her alanında karşımıza çıkan ve asıl karar vermemiz gereken budur.Recorded Papers fanzin ailesi olarak elimizden geldiğince yayınlarımızda yaşama,insana,yaşam kültürüne değer verdik ve yüceltmeye çalıştık.İnsana dair herşey bu fanzinin içeriğini oluşturur dedik.İnatla diğer fanzinlere benzememeye çalıştık.İçi nefret ve öfke dolu,yıkıcı,kindar ve zavallılık içeren yazılara yer vermemeye özen gösterdik.Kadınlara orospu diyen bir yeraltı edebiyatını reddettik.Biz bildiğimiz yoldan yine bireysel olarak ve hiçkimsenin katkısına ihtiyaç duymadan ilerlemeye devamediyoruz.Baskılar bizi yıldıramaz ve susturamaz.Anarşist bir tavrımız var.Bizim Anarşi'den anladığımız farklı.Anarşi:Bireysel varoluş tepkisi.Toplumun bireyin istekleri üzerinde kurduğu baskı karşısında bireyin bu baskıya karşı gösterdiği her türlü isyancı davranış Anarşist bir eylemdir.Bu çok ince bir çizgidir ve günümüz anarşistleri bu çok önemli noktayı ıskalamaktalar.Çoğu anarşist kendi isteklerine yeterince sahip çıkmıyor.Para kazanmak ve iyi yaşamak istemesine rağmen kapitalizme karşı durması gerektiği gibi bir saçma saplantı yüzünden sokaklarda sürünmeye devam ediyor.Bir yandan hertürlü ahlaki değerlere karşıyım derken bazen ahlakçı insanlardan daha fazla namus koruyucusu kesilebiliyor.Anarşi bu değildir.Kendi çıkarından önce başkasının çıkarını düşünen bir Anarşist düşünemiyorum ve bana çok mantıksız geliyor.Anarşist öncelikle narsist olur.Kendini beğenmeyen bir insanın isyan etme cesareti olamaz,kendini beğenmeyen,sevmeyen insanlar bu toplumun kölesi olur ve ona dayatılan kaderi kabul eder.Anarşist her insanın farklı olduğunun bilincindedir,her insanın farklı yetenekleri olduğunu da bilir.Bu yeteneklerin geliştirilmesi için de en uygun yöntemi yine birey bilebilir.Anarşist her koşulda yalnız kalabilecek cesareti gösterebilmelidir.İnsanlara bağımlı olamaz bir anarşist.Herhangi bir şeye bağımlı olamaz.Bağımlı olmak bir Anarşist'i kendisinden uzaklaştırır ve o kişiye Anarşist diyemeyiz.Bu da çok ince bir çizgi:Bağımlılık ve bağlılık çok farklı şeyler.Bağımlılık istenmeyen,hoşlanılmayan bir durumdur.Bağımlılık rahatsız edicidir ve birey bundan kurtulmaya çalışır.Alkol bağımlısı olmak:İçmeden duramazsın ve bu tüm hayatını etkiler,tepetaklak düşmektesindir,kurtulmaya çalışırsın ama kurtulamazsın.Bu acı vericidir.Bu özgürlük değildir.Bağlı olmak özgürlüktür.Alkol içerim.bu bağdır.Alkol içmem.Bu kopukluktur.Ayrılıktır.Sınırdır.Şimdi elinize bir kağıt kalem alın ve ben bunu hayatta yapmam dediğiniz şeyleri yazın ve ne kadar özgür olduğunuzu ne kadar Anarşist olduğunuzu kendi gözlerinizle görün.Gerçekten özgür değilseniz gerçekten siz olamazsınız.Hayatınız boyunca başkalarının isteklerine göre hareket etmiş ve kendi isteklerinizi çöpe atmışsanız siz diye birşey yoktur.Siz yaşamıyorsunuz.Choose Life.Tek derdimiz bu.seçim yapmak istiyoruz.Anarşizm işçi sınıfınındır,köylülerindir,varoşlarındır,yoksullarındır.Seçim yapamayanlarındır.Seçim yaptırılmayanların ideolojisidir Anarşizm.Bir Anarşist kimseye haksızlık yapamaz çünkü haksızlığa uğramanın ne denli kötü olduğunu bilir.Bir Anarşist kimseye şiddet uygulayamaz çünkü şiddet görmüştür,baskı görmüştür,taciz görmüştür.Bunun kötü olduğunu bilir ve başka bir canlıya yapamaz.Bir Anarşist maddeye şiddet uygular.İnsanların insandan önce maddeye değer vermeleri onu sinirlendirir.Arabaları yakarız,Duvarlarınızı boyarız,O çok süslü galerilerinize gelip huzurunuzu kaçırırız.Biz aslında kötü çocuklar değiliz,kaba davranmak ta hoşumuza gitmiyor lakin bazılarının rahatsız olması gerekiyor.Bazılarının dikkatini çekmemiz gerekiyor.Bazılarının kim bu çocuklar?Ne istiyorlar bizden?Dertleri nedir?diye sormalarını ve düşünmelerini sağlamamız gerekiyor.Güzel elbiseler giymeyin,güzel müzikler dinlemeyin,güzel kitaplar okumayın,güzel evlerde oturmayın,güzel yiyecekler yemeyin diyenlere aldırmayın.Korsan müzik dinlemek suçtur laflarına,korsan kitap okumak suçtur söylemlerine aldırmayın.Converse ayakkabı giymek Anarşiste yakışmaz diyenlere de siktiri çekin ve karşı durun.Siz insansınız ve bunlar sizin de hakkınız.Ayağınızda bir Converse olsun ve karşı durmanın gerekliliğinin bilinciyle özgürce yolunuzda yürüyün.
This is not a CRİME!
bU insanlık onurudur.

written,played,directed by



Ben bir hikaye yazarıyım,ben bir tiyatro oyuncusu ve aynı zamanda bir film yönetmeniyim.Binlerce hikaye yazdım.Binlerce oyunda oynadım.Sayısını hatırlayamayacağım kadar film yönettim.Tam olarak hepsini hatırlamıyorum,günlük tutma gibi bir alışkanlığım yok.Hafızamda saklamayı seviyorum yaşadıklarımı.Unutmayı seviyorum.Sonra hatırlamayı seviyorum.Hikayesini yazdığım,yönettiğim ve başrolünü oynadığım bir filmin içindeyim.Bir otel odasındayım yine.Farklı bir zaman ve farklı bir ülke.Farklı bir kimlik.Adımın bir önemi yok.Taktığım maskenin bir önemi yok.Bundan önceki oyunlarda taktığım maskelerin bir önemi olmadığı gibi şu an için de gördüğünüz yüzün hiçbir önemi yok.Maskenin ardında ne var?Bunu tam olarak hatırlamıyorum.Dediğim gibi unutmayı seviyorum.Bir gün belki hatırlarım.Bundan önceki filmin son dakikalarını hatırladım az önce.Bir otel odasındaydım şimdi olduğu gibi.Oldukça sarhoş olduğumu hatırlıyorum.Bir şişe viskinin dibini bulmak üzereydim.İhanete uğramıştım.Aşık olduğum kadın beni aldatmış ve terk etmişti.Tamamen yıkılmış ve bitkin bir haldeydim.Ölmek istiyor ve kendimi öldürecek jilete bakıyordum.Öldükten sonra yeniden doğacağıma inanabilseydim bu çok daha kolay olurdu.Bu yüzden ölümden önce bir şişe viski ile cesaret bulmaya çalıştım.Sonra küveti doldurduğumu hatırlıyorum.Küvetin içine yerleştim bir sigara yaktım.Yaşadığım acı dayanılmazdı ve bu acıdan kurtulmalıydım.Jileti sağ elimle tutup sol bileğimi kestim.Kan suyun içine akarken sigaramı içmeye devam ettim.Sonra gözlerimi kapattım.Gözlerimi yeniden açtığımda küvetin içindeki cansız bedenime baktığımı farkettim.Oldukça mutlu bir görüntüsü vardı.Odanın içinde dolaşmaya başladım.Son albümümden bir parça odanın içindeki sessizliği bozuyordu.Koltuğa oturup düşünmeye başladım.Yeni bir hikaye yazmanın zamanı gelmişti.Bundan sonraki hikayede aşık olduğum kişinin aldatması karşısında acı çekmemeyi öğrenmenin yollarını arayacaktım.Genç yaşta bileklerimi kesmemenin deneyimini yaşayacaktım.Köy hayatı iyi gelir diye düşündüm.Biraz daha oryantalist bir ülke seçebilirdim belki.Tüm yazdığım hikayelerden daha güzel olmalıydı.Bütün duygular yaşanmalıydı.32 kısım tekmili birden renkli bir film olmalıydı.Sıfırdan başlayıp adım adım yükselişin hikayesi.Yokluktan varlığa.Direnişin ve mücadelenin hikayesi.Gerçek aşkın aranışı,tutkular,umutsuzluklar,kırgınlıklar,yitirilenler ve sonunda kazanılanlar.Film çok tutulursa kadroyu bozmak istemeyebilirdik.Bu yüzden hafızamın bir köşesine küçük bir not kağıdı iliştirdim:Bedenine derin çizik atma,koluna bacağına sahip çık,fazla içme bokunu çıkarma.Hikayeyi yazdım ve çocuk özlemi çeken bir aile bulmak için yola düştüm.Kardeş istemiyordum.Kıskançlık duygum fazla gelişmemeliydi.Küçük bir köyde anneyi buldum ve cansız bir ceninin ruhu oldum.Şimdilik hatırlayabildiklerim bunlar.Odamın içinde yalnızım ve bir hikaye yazıyorum.Bir yönetmen olmak istiyorum.Büyük bir kente gitmeyi ve orada yazacağım hikayelerin filmini çekmeyi hayal ediyorum.Aşık olduğum bir kadın var.Bu sefer herşeyi ayarladım.Kıskançlık diye birşey yok.Okuduğum onca şeyden sonra kıskançlığın gerçekten gereksiz olduğunu öğrendim.Bu aşılması gereken bir engelmiş.Gerçek aşk bu engel aşıldıktan sonra hissediliyormuş.Gerçek aşkın ruha ve bedene verdiği keyif kelimelerle anlatılamaz.Bu ancak yaşanarak hissedilebilir.Güzel olması ve bu duygunun bilinmemesi cazibesini arttırmakta insanlar arasında.Bundan sonra neler olacağını hatırlamıyorum.Hatırlamamak daha iyi elbette daha önce yazdığım hikayeyi.Sonuçta kendi yazdığım hikayenin oyuncusuyum.Bilinmezlik ve sürprizler oyunun keyfini arttırıyor.Neler olacağını bilemiyorum ama gelecekte çok güzel deneyimler yaşayabileceğimi hissediyorum.Bir süredir izole bir hayat yaşıyordum.Deniz kenarında küçük sessiz bir köydeyim.Bir otelde çalışıyorum.Bir süredir içki ve uyuşturucudan uzak kalmıştım.Yarın yeniden biraz ot bulmayı planladım.Yaratıcı fikirlerin açığa çıkması için ve daha güzel cümleler yazabilmek için biraz içmeye ihtiyacım vardı.Şimdi biraz müzik dinlemeliyim.Belki yeni bir kitabı okumaya başlarım.

pazar.neden çok sevdiğimi düşündüm pazar gününü?ne özelliği var ki diğer günlerden.ama bir anlam arar dururdum yatağımda.sunday.güneş günü.peki güneş neydi?neyin sembolüydü hatırlayalım;kalp.aynen öyle.sevginin sunuluşunun günü.aşıkların,sevgililerin günü.özgürlüğün günü bildiğin.pazar günleri sevişerek başlar sevgililerin günü.sonra güzel bir kahvaltı edilir.çay,kahve,portakal suyu,kekler falan.sevgiliyle oturulan ve güzel bir müzik eşliğinde tıkınmaktan daha zevkli ne var yahu?sonra gazeteler okunur,bak bu şunu demiş bak bu da böyle giyinmiş falan geyik yapılır.e bu da pek keyifli gelir bana.sonra hadi dışarıya çıkalım,el ele tutuşup yürüyelim falan sonra da güzel bir film seçilip sinemaya gidilir.karanlıkta da öpüşmesi çok keyiflidir.değil midir yahu?
neyse yine de mutlu olmaz insanlar.bu hayat bir türlü mutlu edemez kimseyi.

cumartesiye dönelim.nedir ki bu cumartesi?saturday.saturn günü.koca hafta işin stresi birikmiştir ve bugün bu stres giderilecektir.patlamak üzeredir insanlar.kendilerini içkiye verirler falan çok da kavga çıkar yani.ama öyle bi kurulmuştur ki sistem:müzik devreye girer.siz sevgili stresli insanlar doluşun bakalım tıkış pıkış barlara,müziğinizi dinleyin ve yakınlaşın.eee çok hoş bu da değil mi?dişil enerjiler,eril enerjiler...sonra bardan çıkıp eve gidip sevişmeler.hayat hala mı boktan?

biliyorum.bu kusursuz bir sistem.anladığım şey bu salak saçma önyargılarla dolu zihinleriniz.bu yüzden hiç göremeyeceksiniz size sunulan hayatın güzelliğini.

deep end


otelde bekleyiş bazen uzun sürer bazen beklediğinizden kısa.beklemekten başka çareniz yoktur.gidemezsiniz.gidecek yeriniz yoktur.gitmek istemezsiniz ya da gitmenize izin vermezler.sadece beklersiniz yalnız yolculuk eden kadınların sizin kapınızdan girmelerini.

bazen kapı açılır ve kadın içeri girer bavuluyla.resepsiyona ulaşana dek yani benimle konuşana dek onun hakkında bir fikir edinmem gerekir.giysileri en iyi ipucunu verir,sonra yürüyüşü ve saçlarının kesimi.beğendiysem diğer müşterilere gösterdiğim ilgiden daha farklı bir ilgi gösteririm.gözlerinin içine tuhaf bir bakış fırlatarak gece yattığında beni hatırlamasını sağlarım."sizin için çok güzel bir oda hazırladık efendim"diyerek anahtarını uzatırım.

asansöre doğru ilerler ve ben onun yürüyüşünü izlerim.sonra yerime oturup beklerim.gecenin olmasını.saatlerin ilerlemesini beklerim.

kadının canı sıkılır bazen ve konuşmak için birilerini arar ve resepiyona gelir."okumak için ne tür kitaplarınız var?"

ben resepsiyonun arkasından seçtiğim kitapları getirip kadına tavsiyelerde bulunurum.böylece konuşma başlar ve sabahın ilk ışıklarına dek sürer.

"yaşamak için kendini öldürmen gerekir ve sen bunu çok iyi beceriyorsun"demişti bu yalnız kadınlardan bir tanesi.gülümseyerek şöyle demiştim:"sayenizde"

bilgisayarı bir süreliğine kapatıp 1.kat koridorunun camlarından birini açarak ikinci sigarasını içti.hava ılık ve esintiliydi.yerine dönüp koltuğuna oturdu,o sırada otelin güvenlik görevlisi ön kapıdan içeriye girdi ve televizyonun olduğu bölmeye geçip televizyonu açtı.kanalları kurcalamaya başladı.parmaklıklar ardında isimli diziyi izlemeye başladı.bu esnada adam bilgisayarını yeniden açmış ,çayını doldurmuş,karıştırmış ve blog yazmaya hazırlanmaktaydı.yazmak için sessizliğe ihtiyacı vardı,temiz bir zihne bir de carpe diem.tamamen o anda olmak ve çevreye bakmak,gördüklerinizi anında kağıda dökmek ve kaydetmek olan biteni.düşündüğü şey buydu.gece çalışmayı bu yüzden tercih ediyordu ve bir de gece uyuyamama sorunu.kendisiyle başbaşa kalabildiği en huzurlu saatler gece çalıştığı saatlerdi.yalnızdı ama istediği anda istediği kişiye ulaşabilirdi.dünya ile bağlantısı bir tık mesafede,açıp kapaması ona ait.çayın kalan yarısını bir dikişte içti,zaten oldukça ılık haldeydi ve düşünmeye başladı ardından ekrana baktı bir süre.carpe diem deneyimi.dün msn'de konuştuğu bir arkadaşı anı deneyimlemesini tavsiye etmişti.şu anda onu yapıyordu ve çok huzurlu hissediyordu kendisini.aklında başka hiçbişey yoktu şu andan başka.yani bir hayali yoktu.buradaydı.ve yalnızdı.aklına takılan bişey yok işte,ne güzel?sonra yazmaya başladı;

zahmet etmeyin çiçeklerin ve böceklerin keyfi yerinde.


Adam oda-da tek başına yatağın üzerinde oturuyor...yatağın paşucunda ilginç bir aydınlaya sahip bir abajur bulunmakta.Klima sürekli odayı ısıtmasına rağmen adam anlamını çözemediği üşütme nöbetlerine tutuluyor.yazması gerektiğini düşünüyor ve elinde k-alem boş deftere dalıyor...

yazacak cesareti yok sanki;

tembellik maskesiyle gizlemeye çalışmakta korkaklığını,

A-annlatmak istediği çok şey ar ama linçç edilmekten korkuyor
adam odada hayalkuruyor,fanzini elinde boş sayfalarıyla yazılıp işlenmeyi bekleyen tarlalar misali.aydnlatmalı biyerleri diye niyetlenip anlatmaya karar veriyor*

anlatmalı bişeyler ama nasıl!?diye düşünür adam.karar veremezz..

hem neler anlatmalı bizi sabırsızlıkla okumak için bekleyen okurlara?olkurların hassas yapılarını da dikkate alsak mıyım?bi süre düşşündü!

...

...

...

...

...

...

...

(adam oysa düşünmeye ne gerek var?burası senin fikirlerinin canlandığı bir oda ve okurlar da bu odaya bilerek ve isteyerek geliyorlar.kimin okuyacağına da sen karar verebilirsin.eğer issterrrsen.bunda özgürsün.kontrol sende...)

-bir odadayım.Amacım gerçekleri tüm çıplaklığı ile dostlarıma açıklamaya çalışmak.ben bir yayınımcıyım.yer altı yayınımcısı.Recorded PaPers isimli bu fanzin düşüncelerimi özgürce çoğaltıp paylaşabildiğim en güvenli mekan.fotokopi ile istediğim kadar çoğaltp


istediğim kadar insana...DAĞITABİLİRİM!


bubenim özz-gürlük oyunumUM.


unspoken cinema


İhtiyacımız olan şey fanatizm.Biraz öfke,biraz şiddet,bağlılık ve sadakat.ölene kadar ya da sonsuza...Biraz ya da fazlasıyla tutku.Kim olduğumuzu ne olduğumuzu umursamadan bağırmak ve şarkılar söylemek,küfür etmek karşı tarafa...kızmak yok.oyun oynamıyor muyuz yoksa?

Bu sefer de biz kazandık işte ne olmuş yani?Asaletimizi yeniden hatırlattık çapulcular takımına.Eze eze yendi Galatasaray Feneri dün gece.ibre sarı kırmızıyı işaret ediyor ve belliydi maçın galibi,oyunun hemen başında.Karnımız aç olabilirdi ama mutluyduk,biraradaydık ve güçlü hissediyorduk kendimizi.Yalnız değildik ve sadece kardeştik aynı renklere tutkulu.

Bazen tüm bu tutkuyu ve bağlılığı insanlık adına gösterememiş olmamızın hüznünü yaşarım.Böyle bir şeyibaşarabilir miyiz?Bu mümkün mü?Tam olarak bilemesem de umut var diyorum.

Fanzinlerin satışından elde ettiğim para 13.50 lira idi.sahip olduğum bütün para.Sabah erkenden uyanır uyanmaz ilk iş olarak gazete bayiine koşup bir gazete aldım.hemen eve gelip iş ilanları sayfasını incelemeye başladım.Günlerdir ölmek istiyordum,karnım açtı ve param tükenmişti.Belki bana uygun bir iş ilanı,bir umut olabilir ve direncim artar diye düşünüyordum.sonra birden my hotel'in ilanını görünce heyecanlandım.toparlanıp banyo yaptım ,traş oldum.Takım elbiselerimi de giyince iş görüşmesi için hazır halde gördüm kendimi.Biraz parfüm sıkıp sağıma soluma cvmi de alıp yanına sokağa attım kendimi.hızlı adımlarla yürümeye başladım.Otel evime 20 dakikalık yürüme mesafesindeydi,bu iş olursa yol parası da vermem diye düşündüm yolda ilerlerken.hiçbirşeyi görmeden nefes nefese yürüdüm.oldukça şık görünümlü otelin kapısından içeriye girip resepsiyon deskine yaklaştım.görevliye ne için geldiğimi anlatıp cv uzattım.Lobideki şık masalardan birinde beklemeye aldılar beni,fazla bekletilmeden yanıma bir yetkili geldi.gayet iyi geçen bir görüşmeden sonra işe uygun olduğumu ancak işe ilk başvuran kişi olduğum için biraz beklemem gerektiğini söyledi.Cumartesi gününe kadar yani bir hafta sonra bütün başvuranlar arasından tek bir kişi seçilecekti.Şans ya da Tanrı dediğimiz şeyin bir oyunu muydu?Bilmiyorum.tek bildiğim bazen beklemem gerektiği.Geçen gün içimden bir ses "Bir gün ölmek istemeyeceksin" demişti.Bu sabah ilk kez iş görüşmesi sonrası eve döndüğümde salondaki eski kanapenin üzerinden camı açarak başımı sokağa uzattım ve seslendim:Sen ey sokak,Lütfen beni öldürme...

no mans land


utanç.nasıl bir duygu?utanıyor muyuz?kimden?

kendimizden bile?

ya da kedimizden.

kedimizin yanında sevişmekten utanıyor muyuz?

evde çıplak dolaşmak rahatsız mı ediyor seni?

neden ki?kim görüyor?

şu utanç dediğin korku olmasın sakın!

sakın oranı buranı açma yoksa keserler seni

bu sakallılar evet.yapar bunlar çok fena yapar.

açıkta bişey görmeye dayanamıyorlar.

etkileniyorlar abi herkes sen ve ben değil ki

sıcakta da öyle dolaşılmaz ki canım

bedenden utanmak apayrı bir mevzu zaten.

lan niye?

onu bunu bırak bari düşüncelerinden utanma

BEDENİN neyse de düşüncelerin senin.

yalan mı?

sen düşünüyorsun işte

açık seçik senin ağzından çıkıyorsa

senin düşüncelerindir bunlar

ha yine korkuyorsun öyle mi?

düşündüklerini de söyletmiyor di mi bu amcalar?

utan diyorlar sana.böyle düşündüğün için utanç duymalısın.

tükürülmeli suratına.

hadi tükürün.herkes tükürsün.

ya her laflarına verecek bir cevabın varsa...

a işte o zaman utanma.konuş dostum.

ve onlardan da korkma.onlar hiçbirşey yapamazlar sana.

korkarlar bu sefer.senin bilginden korkup en kuytu köşelere
kaçacaklar.şimdi siktiret onları ve özgürce düşün.

yaşam bizim.onlar koca bir hiç.

cennetin arka bahçesi


geçen yıl mart ayında başlamıştım bu işe.neredeyse bir yıl olmak üzere.lanet bir kriz,lanet bir işsizlik,lanet bir depresyonun ardından yeni bir otel,yeni bir sahil ve yeni bir başlangıç yapma fırsatı geçmişti elime.çalışmaya başladım.kaldığım oda güzeldi.yemekler iyiydi.resepsiyonda beklerken canım sıkılmıyordu.sahil istediğim gibi sessiz ve sakindi.Habib Bektaş'ın bir kitabını okumaya başlamıştım o günlerde :"Cennetin Arka Bahçesi".Çok hoşuma gitmişti bu isim ve ne kadar kalacağımı bilmediğim bu çevreyi bu isimle adlandırdım.Burası benim cennetimin arka bahçesi olacaktı.Benim için çok önemli bir seneydi 2009.bu yıl içerisinde çok önemli bir değişim yaşayacağımı biliyordum ama ne zaman?nasıl?ve kimin etkisiyle?bunlar belirsizdi.beklemeye başladım.Her türlü olasılığa karşı bir B planım vardı elbette.Bu civarlarda ucuz kiralık evler vardı.Bir tanesine yerleşebilirdim.Sessiz,sakin,beni seven bir kız da bulabilirdim.Yaşayıp giderdim işte hiç kimseye bulaşmadan.Ailemin baskısı beni tüketmişti neredeyse.Sürekli evlenip bir yuva kurmam için ısrar ediyorlardı.Onları anlayabiliyordum ama ben asi ruhlu bir insandım sonuçta.Özgürlüğe tutkuluydum,serseriydim,kalbim kolay hizaya gelmiyordu ve durmuyordum.Durdurulamıyordum.Ancak bir benzerim öldürebilir beni derler ya aynen öyle benim durumum.Hoş ,bir benzerim çıksa zaten karşıma ,beni öldürmez ve yaşatmak için elinden geleni yapar o da ayrı mesele. Bu şartlarda nasıl ailemin istediği gibi bir yuva kurabilirim bilemiyordum doğrusu.Annem kafama silahı dayamıştı ve şöyle demişti:"sana 12 ay süre.ya kendine uygun brini bulursun ya da benim bulduğumu kabul etmek zorunda kalırsın.yoksa öldürürüm seni."Ahh anne ah dedim içimden.bu dediğin kolay mı sanıyorsun?Bir kere ben sürekl değişen bir insanım.inanılmaz şekilde dengesiz davranışlarım var.para biriktirmeyi sevmem,günü gününe yaşarım.Ne bir kızın bana ayak uydurabilmesi mümkün,ne de benim bir kızın sorumuluğunu taşıyabilmem mümkün.Annem de biliyordu aslında gerçekleri ama sırf ben adam olabileyim diye istiyordu evlenmemi.Ben mutluyum anne dedim ona sen üzülme, bu hayat benim seçimim biliyorsun ve ne kadar inatçı olduğumu da bilirsin.Lütfen bana karışma.

İşte bu şekilde bir durumda yeni işime başlamıştım.Herzaman ve heryerde olduğu gibi yine bütün ilgi üzerimdeydi.Nedir bu bilemiyorum ki çok mu farklıyım insanlardan?Gayet normal bir insan gibi hareket ettiğimi düşünüyordum,yani çılgınlık yapmadığım zamanlarda,işteyken falan gayet düzgün bir adamdım yani.abartılacak bir durum yoktu.Otelin muhasebecisi beni görür görmez etkilendi ve benim başıma ağrılar girmeye başladı yine.Hiçkimsenin benimle ilgili gelecek planları yapmasını istemiyordum.İlgisine karşılık vermedim ,soğuk ve mesafeli davranmaya başladım.Bu onu daha da delirtti ve daha çok üstüme gelmeye başladı.Sürekli benimle konuşmaya çalışıyor,bişeyler anlatıyor,ben önümdeki ekrana bakıyor,ne dediğini dinlemiyordum.Başıma ağrılar giriyor ve ben kimseyle konuşmak istemiyordum.

Bir çıkış yolu bulabilir miyim acaba bu cehennemden ?diye düşünmeye başladım.Canım sıkıldıkça proje üreten bir zihnim vardı.Bak bu iyi değil aslında şöyle şöyle yapsak daha iyi olur gibi çözümler zihnimde beliriveriyordu.Boş duvarlar rahatsız ediyordu beni ve hemen stencil yapma isteği doğuyordu içimde.Bir fanzin hazırlıyordum uzunca bir süredir ve bu fanzinin doğumu gibi,gelişmesi ve büyümesi de söz konusuydu.Recorded Papers demiştim bu fanzine ve yeni bir başlangıç ile birlikte yeni sayıyı hazırlamaya başlamıştım.Dedim şunu Facebook'ta bir güzel tanıtayım.neden?Facebook biraz daha ciddi bir yermiş gibi geldi ilk bakışta.Daha önce tam bir facebook karşıtıydım.popüler olan birçok şeye duyduğum uyuzluktan facebook da nasibini almıştı.neyse uzatmayalım fazla.ben bir profil açtım kendime.Recorded Papers.Fanzinin içeriğine göre de profile detaylar yerleştirdim.İsmim belli olmayacaktı.Fotoğrafım olmayacaktı.Sadece erkek olduğumu ve doğum tarihimi bilecekti insanlar ve tabii ki zevklerimi.Profilimi oluşturduktan sonra da bu fanzinle ilgilenebilecek insanların peşine düştüm.

ederlezi

sahile gidiyorum.her sabah.yürüyorum.kış kendisini hissettirmeye başladı iki gündür.müzik dinliyorum.midem boş.sabah bir parça peynir yedim sadece.biraz pekmez,biraz tahin karışımı ve çay.son günlerde çok çay içmeye başladım.bu gidişle sadece çay ile yaşayabileceğim gibi.bazen ton balığı ziyafeti çekiyorum kendime.çok iyi geliyor.düşünüyorum yürürken.sonra yatağıma dönüp düş kuruyorum.bişeyler yazıyorum defterime,kitap okuyorum çok sıkılınca.sonra da uyku.
bugün saat dört gibi telefon çaldı.şaşırdım.arkadaşların geldi dedi telefondaki kadın.
izmirden arkadaşlar.iyi arkadaşlar.dengesizler ama iyiler.hatırlıyorlar beni.merak etmişler.gelmişler...
uykulu gözlerle giyinip yanlarına gittim.
"delisiniz oğlum siz"
"bir görelim dedik,bakalım, ne durumdasın?"
"iyiyim abi.çok iyi.siz neler yapıyosunuz?"
"iş güç koşturuyoruz"dediler.
"hadi sahile doğru gidelim"dedim.
hava bulutlu ve soğuk.deniz çarşaf gibi,kaygan ve sakin.hepimizi yutacak gibi bekliyor.sokulduk yanına.üç adam.koyu yeşil bişey getirmişler yanlarında.içtik.çok komik herifler.bana "akdeniz akşamları"isimli şarkıyı söylediler.gülümsedim.konuştuk biraz hayat hakkında sonra bu civardaki tek çay bahçesine gidip çay içtik.gazetelere baktık.arkadaşlarımdan biri küçük bir kargı parçası diye tutturdu.anlam veremedim.mekan sahibinin yardımıyla istediği ölçülerde kargı parçasını elde etti.bir de bıçak aldı ve orasını burasını yontmaya çalıştı.ne yaptığıyla ilgilenmiyordum,gazetelere dalmıştı gözlerim.işini bitirdikten sonra kalkalım dedi,kalktık.küçük bir su şişesi aldılar yanlarına.anladım.bunlar çılgın.hiç durmayacaklar.yeniden deniz kıyısına geldik.beş dakikada işlerini hallettiler.baktım.
"delisiniz oğlum siz.şurada nargile yapacak kadar deli"
"içelim"dediler.
içtik...

We like to move and be moved; we like to dance and feel rhythmic.


Bethany ve Amanda,Los Angeles'ta yaşayan iki tatlı kız.müzikleri ruhuma iyi geliyor.Pocahaunted isimli bir oluşumun içerisindeler şu an.Sabah vakti hava şöyle biraz bulutlu,biraz güneşli ise,sahildeysek,martılar uçuşuyorsa,derdiniz tasanız da yoksa,kafanız alabildiğine temiz ve berrak,müzik kulağınızdan içeriye süzülmeye başladığında derin bir "ohh"çekebilmek için neler vermek istersiniz?bunun bedeli çok ağır,inanın ki herkesin harcı değil.paranız yetmez onu söyleyeyim.parayla satın alamazsınız.çok değerli bir şeyi vermeniz gerekli ama ne olduğunu söyleyemem.öyle her şeyi ulu orta konuşmak da pek iyi değil aslında.Pocahaunted oluşturucuları ile çok ortak noktam var.Mesela Jodorowsky.Onlar California caddelerindeki "El Topo".anladınız mı?başka söze gerek yok.indirin.
PASSAGE indir

Late Night from the Nothing People


Sadece aynı evdeki başka bir oda gibi.Albümlerindeki farklılığı böyle tanımlıyorlar ve çok hoşuma gitti bu tanımlama.Anonymous isimli ilk albümleriyle başladım onları dinlemeye ve kulağıma çok yatkın geldi müzikleri.Hatta şöyledir onları farkedişim:böyle farklı müzik bloglarından rastgele hislerime güvenerek parçalar indiririm mp3 player içine,dinlemeden.Ertesi gün yeni parçaları sahilde dinlemenin keyfine diyecek yoktur.Bir gün yine aynı şekilde yeni parçalardan bir tanesi çalmaya başladı.Çok dikkatimi çekti,harika bir parçaydı kendime yakın hissettim.kimmiş ki bunlar diye merak ettiğimde baktım ki player ekranına "unknown song unknown album"yazıyordu.komik.kaydederken grubun ve şarkının ismini kaydetmemişim.çıldıracaktım.Neyse o günü atlattıktan sonra başka bir yerde de karşıma çıktı bu şarkı.hah dedim buldum sizi.Albüm:Anonymous parçanın ismi:I-5.ve böylece Nothing People ile tanıştık.Bu yıl Late Night isimli ikinci albümlerini çıkarmışlar.ikisi arasında farklar varmış,e olması da gerekir elbet.Late Night için bişey söyleyemiyorum çünkü henüz dinlemedim.güneş doğsun iş bitsin bi sahile gideyim öyle.ama Anonymous çok iyi bir albüm.psych-punk diyorlar bu tarza.sert,depresif ama umut verici.dinleyin beğenirsiniz.Anonymous'u nerden bulursanız bulun ama Late Night aşağıda.Güzel müzikler kulağınızdan eksik olmasın.
Late Night indir

Lights in the dusk


Oteldeyim.çalışıyorum.bekliyorum.Bir yandan Aki Kaurismaki'nin Lights in the Dusk isimli filmi önümde duran diz üstü bilgisayara akmakta.Bu bilgisayar benim değil,otel sahiplerinin.Otelde beklerken canım sıkılmasın diye kullanımıma sundular.İşimi aksatmadığım sürece internette sınırsız takılma hakkım var.Otel sahipleri çok iyi insanlar.

Şu anda milyonlarca insan online.Herkes birşeyler yapıyor.Herkes cansıkıntısını giderme derdinde.Birzamanlar benim de canım çok sıkılırdı.Çok fazla şey yapmak isterdim ama önümde engeller bulunurdu.Bu engelleri aşamayacağımı düşünürdüm.Diğer insanlar da öyle.Aslında yapabilecekleri çok şey varken,engelleri gözlerinde fazla büyütüp umutsuzluğa kapılıyorlar,depresyona giriyorlar.

Benim hikayem 1976 yılında başladı.25 Nisan benim doğum günüm.Doğumumla birlikte evimize televizyon girdi,köyün ilk televizyonu.Babam çok sevinmiş,uzun süre çocuk sahibi olamamışlar ve sonunda bir erkek çocuğa sahip olmak onu öyle mutlu etmiş ki paraya kıyıp oğluna televizyon almış.Televizyon aptal kutusudur derler çok bilmişler.İnternet için de benzer şeyler söylenir.Ben böyle ezbere söylenmiş laflara aldırmam.İşime bakarım.Neticeye bakarım.

Televizyon gelince evimize ,benim hayalgücü harekete geçmeye başladı.Hiç ağlamazmışım küçükken.Oturturlarmış tv karşısına sakin sakin otururmuşum.Büyülemiş beni televizyon.Özellikle yayınlanan filmleri çok severdim izlemeyi.Sinema ile tanışmam bu şekilde.Küçük bir köyde daha ne olabilir ki zaten?Okumayı da okula gitmeden öğrendim.Kendi kendini eğitme konusunda doğuştan yetenekliyim.Bizim gibilere "self-taught learner"der ecnebiler.Tüm imkansızlıklara ve engellere rağmen kaosun içinden bir şekilde sıyrılıp yükselmeyi biliriz.Benim engellerim aile içi şiddet ve parasızlık.Muhteşem bir zekanın bilincinde olmak,engellerle karşılaşmak psikolojik ve ruhsal sorunları da beraberinde getirdi.Düşmeye başladım.Mücadele ettikçe ayağım kaydı,tutunamadım.Kimse yardım etmiyordu.Tuhaf olan da buydu zaten.Etrafıma bakınıyordum,birileri birilerinin elinden tutup rahata erdiriyordu.Peki beni neden kimse farketmiyor?Aklımda binlerce soru ve yalnızlık.

Küçük yaşlardan itibaren hayal kuran bir insanım.Çok şey istedim.İlk isteğim oyuncu olmaktı.Filmlerdeki artizler gibi olmayı düşledim.Sonra baktım ki yönetmen diye bir şey var.Tüm bu güzel filmleri yaratan zekaya sahip sanatçı.Hedefim yönetmen olmak oldu.Bu hedefimi en üst noktaya yerleştirdim.Zamanla yönetmen olmak için birçok şey olmak gerektiğini öğrendim.Bir yazar,bir filozof,bir psikolog,bir ressam,bir fotoğrafçı,bir müzisyen,bir sosyolog...liste uzayıp gidiyordu ve böylece kendime çok zor bir hedef koyduğumun farkına vardım.Yönetmen olmak çok zor bir işmiş ama olsun.Bu dünyada yapacak başka bir işim yoktu.Kaybedecek bir şeyim de yoktu.Dipteydim zaten.

Kendime tamamıyla izole edilmiş bir dünya yarattım.Dış dünyanın dünyama zarar vermesini istemiyordum.Çok zorunlu olmadıkça dış dünyaya müdahale etmiyordum.İlk olarak gözlemlemeye başladım.Hayatın içinde bir hayalet gibi dolaşarak tanımaya çalıştım.Şehirlerin en uç noktalarında,varoşlarda,köylerde,sahil kentlerinde,metropollerin en işlek caddelerinde,zenginlerin keyif yaptıkları yerlerde yavaş yavaş yürüdüm ve izledim.Bu yaptığım basit bir kaydetme işlemiydi.Bir gün gelecek bu kayıtlar çok işime yarayacaktı.biliyordum.hep bildim.Ama onlar bilmiyordu.onlar yani benim dışımdakiler.Deli dediler bana,hayalci dediler,sonun kötü olacak dediler,aklını başına topla düzene uy dediler.Onları dinleseydim ne olacaktı biliyor musunuz?Ben biliyorum.evli olacaktım şu an.belki iki tane çocuk olurdu.Muhtemelen sevmediğim biriyle evlenmiş olurdum.Depresyonda olacaktım ve kurtulamayacaktım.Yüzümde daha çok kırışıklık olacaktı,bu kadar genç gözükmeyecektim.bunları biliyorum çünkü aynı yaştaki diğer arkadaşlarım aynen böyle oldular ve mutsuzlar.Ben ise hala hayalimin peşindeyim.Hedefime doğru emin adımlarla ilerlemekteyim.

Bir gün Aki Kaurismaki gibi büyük bir yönetmen olmayı diliyorum hatta ondan daha iyi.Onun yaşamını örnek aldım.Bulaşıkçılık ve garsonluk yaparak bir yerlere gelmiş.Sonunda yapımcı olan ağabeyinin yardımıyla yönetmenliğe ulaşmış.Benim bir ağabeyim yok.Tek çocuğum ben.


Bu kadar şeyi neden yazıyorum?

Çok basit:Kardeşler arıyorum.Benim kardeşim olur musunuz?


what is indie?


bilmem.nedir ki şu indie dediğimiz olay?bir müzik türü?değil.bazı müzik türlerinin bütünü mü?değil.sadece müzik içerisinde değerlendirmek çok yanlış olur indie dediğimiz kavramı.bir sözlük anlamı var indie'nin ama günümüzde algılanış şekli çok farklı ve çok karmaşık.tıpkı bir zamanlar punk kavramının çoğu insan tarafından yanlış algılanması gibi.şimdi eski punklar indie oldu gibi bir durum var.hepsi değil elbette.hala oraya buraya tüküren,şişe fırlatan punklar var günümüzde.ben de geçmişten gelmekteyim.hippi olarak başladık:jefferson airplane.punk ile tanıştık:sex pistols.post-punk'a geçtik:joy division.şimdi indie olduk:grizzly bear.ama şöyle dönüp de baktığımda arkama bu aşamalardan memnunum diyebilirim.hala dinlerim eski şarkıları ve hala özlerim eski dostların seslerini.dinlediğimiz müzik indie olarak adlandırılıyor.ama biz kimiz harbiden?var mı uzun saçlarımız hippiler gibi?var mı dikenli saçlarımız ya da çengelli iğnelerimiz?pek belli olmuyoruz işte uzaktan bakınca.genelde göze batmayan sade bir t-shirt,fazla bol olmayan jean pantolon ve converse ideal giysilerimiz.kış aylarında deri ceketlerden vazgeçemiyoruz.sağa sola bulaşmadan bu kaotik atmosferde sakin sakin ilerlemek niyetimiz.gidip bizim gibi olmayanlarla kavga etmek yerine benzer zevkleri paylaştığımız dostlarla birlikte olmayı seviyoruz.yalnızlığı severiz ama sosyalleşmeyi de severiz.sosyalleşirken birlikte olduğumuz insanların yanında rahat olmak isteriz.bir arkadaşımızla birlikte bir konsere gideriz ve tek kelime konuşmadan konseri birlikte izleyip ayrılabiliriz.sorun olduğunu düşünmeyiz.bizim için gerekli kitapları okuruz,gerekli filmleri izleriz,gerekli müzikleri dinleriz.kaçırdığımız bir şey olduğunu düşünmeyiz.orada o an bulunmaktan ve o şeyi yapıyor olmaktan duyulan bir hoşnutluk vardır içimizde.
geçen yılbaşında küçük bir kasabadaydım.televizyonda dünyayı seyrediyordum.insanlar çılgıncasına eğleniyor,içki tüketiyor ve rahatlamaya çalışıyorlardı.televizyonu kapatıp elime William Faulkner'ın Kutsal Sığınak(Sanctuary) isimli kitabını aldım,kulaklıklarımı takıp Timothy Dick dinlemeye başladım.Kitapta anlatılan atmosfer ile müzik çok iyi uyumlanmıştı.O an şöyle düşündüm:Şu an bunu yapan başka bir insan var mıdır dünyada?
that is indie i think.


timothy dick myspace

garden of eden


Bill Baird, Austin'de yaşayan çok yetenekli bir müzisyen arkadaşımız ama aynı zamanda sinema tutkunu.yönetmen olarak tanımlıyor kendisini.kliplerini kendisi hazırlıyor,estetik kaygılardan uzak,basit bir dijital kamerayla işini görüyor işte.Sunset isimli bir grubu var.kendisi sabit eleman diğer müzisyenler duruma göre değişebiliyor.Gloving City isimli albümlerini ilk dinlediğimde kulaklarıma inanamadım,hasiktr adamım napmışın sen yaa falan dedim.öyle böyle değil yani bir dinlesenz hak vereceksiniz bana.insanın elinde böyle yetenek olurda paranın amına koymaz mı dersiniz.ben dedim çünkü.yok abi adam öyle böyle değil bildiğin fazla ses çıkarmayan azizlerden biri.saygı duyuyorum kendisine ve dinliyorum.önüme gelene de böyle bir kardeşimiz var kulak verin diyorum.hemen de bi parça paylaşımı:

garden of eden mp3

yeni bir hayat başlıyor...


evet.geri döndüm.yeniden değerli blogumla başbaşayım.burayı pek takip eden yok zaten.bu yüzden oldukça rahatım.istediğim gibi küfredebilirim,argo konuşabilirim,ne istersem yazabilirim yani.bir süredir facebook denilen yerde dolaştım,yeni arkadaşlar edindim.güzel,hoş insanlar. lakin orada rahat olamıyorum yazarken.sanki bu yeni arkadaşlarımı etkilemek amaçlı yazıyormuşum gibi geliyor bana ve bu duygu hiç hoş değil.burayı kimse günü gününe takip etmiyor,etmez de zaten.o yüzden go on murat.çok olmuş buraya yazmayalı.bu zaman içinde neler oldu neler?anlat anlat bitmez.öncelikle aydınlanmaya başladım.beynimin içinde bir ışık gün geçtikçe daha fazla parlıyor.masal değilmiş anlatılanlar,öğretiler doğruymuş.bakalım nereye kadar gidebileceğiz.e tabii ki bu aydınlanma ile birlikte tantra olayında epey ilerledim.gerçi daha çok şey var öğrenecek,her şeyde olduğu gibi tantra da sonsuz olasılık içeriyor.bununla ilgili bir film izlemiştim geçenlerde.bir arjantin filmi.don't look down.yönetmeni eliseo subiela.çok hoş bir kız,sevişmekte acemi oğlana tantranın inceliklerini öğretiyordu.filmin bir sahnesinde oğlan kızın arkasındayken kalçasındaki dövmeye gözü takılıyor.latince bir yazı.orada ne yazıyor?diyor kıza.kız da şöyle diyor:yeni bir hayat başlıyor.dantenin ilahi komedyasından bir sözmüş bu.daha sonra oğlan hemen internete koşup araştırmaya başlıyor ve diyor ki:Dante'yi bu şekilde Elvira'nın kalçası sayesinde keşfedeceğimi kim söyleyebilirdi?gerçekten çok hoş bir sahne.vurgu harika.sanırım bizim içinde yeni bir hayat başlıyor.sözcükler hiç eksik olmasın hayatımızda ve görüntüler ve sesler ve kokular ve tatlar ve en önemlisi dokunuşlar hiç ama hiç eksik olmasın.

taken by trees:lost and found

Victoria Bergsman son yılların en etkileyici seslerinden biri.Taken by Trees onun solo projesi diyebiliriz.Concretes ile olan beraberliğini bireyselliğini yaşayamadığı için sonlandırmıştı.Yeni albümünün ilk videosu Lost and Found.bu güzel sesin herzaman takipçisi olacağız.">

measles mumps rubella:algorithm of desire


derlerki:talking heads dance punkın Nelson Mandelası ise Measles Mumps Rubella Muhammed Ali'sidir.ölüyü bile gıpır gıpır ettirecek bir parça:algorithm of desire.
hemmen indirin.
MMR algorithm of desire mp3

VİA AUDİO:say something


New York'lu bir grup Via Audio.dört kişiden oluşmakta.Danny Molad, Jessica Martins, Tom Deis, David Lizmi.eylül ayında yayınlamayı düşündükleri 'say something' albümünden ben çok şey bekliyorum.Modern Day Saint gibi bağımlısı olduğum bir parça yapan gruptan elbetteki beklentilerim yüksek.albümün prodüktörlüğünü Spoon grubundan Jim Eno üstleniyor.

via audio modern day saint mp3

guilty party:beklemede

3 yıl önce keşfettiğim ama ondan sonra bir türlü beklediğim patlamayı gerçekleştirememiş bir grup Guilty Party.Aslında bu isimde şu ana kadar benim bildiğim 3 grup var.Bir tanesi İngiltere'de bir tanesi New York şehrinde.Burada bahsettiğimiz grup ise San Francisco'da müzikal çabalarını icra etmekte.Angelica Maze'in inanılmaz güzel vokallerine,gitarda Serge Vladimiroff ve bassta Psam Holt eşlik ediyor.Grubun şu an için bir davulcusu bulunmuyor.Harıl harıl davulcu arıyorlar.Sizleri bu grubun çok sevdiğim klipleri 'hit you'ile başbaşa bırakırken iyi tatiller diliyorum.lütfen sıcaklara dikkat.


guilty party 1000x yes mp3
guilty party a womans touch mp3
guilty party hit you mp3
guilty party lapse mp3

MUGGABEARS:night choreography


90'lı yılların gürültülü indie rock tarzını özleyenler için New York'lu üçlü Muggabears'ı önerebilirim.Birçok New York'lu grup gibi Muggabears'ın etkilendiği grupların başında Sonic Youth geliyor.Travis Johnson,Emily Ambruso ve Kevin Murphy'den oluşan grup nisan ayında yayınladıkları yedi şarkılık ep night choreography ile dikkatimizi çekmeyi başardı.
muggabears dead kick kids mp3(ısrarrla öneririm)
muggabears the goth tarts mp3
muggabears married to the moon mp3
muggabears i am coming true mp3
muggabears sister now mp3

LCD SOUNDSYSTEM:no love lost


james murphy ve arkadaşlarından oldukça başarılı bir cover.joy division parçası no love lost ile alkışlar Lcd Soundsystem için.

LCD SOUNDSYSTEM no love lost mp3

pioneer to the falls:yeni interpol şarkısı


aslında pek interpol sevmezdim ama bu parçayı duyunca gerçekten dondum kaldım.yeni albümlerini merakla bekliyorum.